2007 senesinde çok sevdiğim denizci bir abimin baskısı sonucunda katamaran tipi bir sürat teknesi ile denizcilik maceram başladı. 6,75 metre boyundaki tekne Tuzla yapımıydı ve daha evvelden off-shore yarışlarında kullanılıyordu. Belirli modifikasyonlar sonucunda, 225 beygirlik bir kıçtan takma Mercury ile denize indirdik “Magnet”imi. Yapım sürecinde bulunan birisi olarak her detayıyla ilgilendim- koltukların renginden, müzik sistemi seçimine, duş başlığının takılmasından, koç boynuzlarının yerine, boya seçimlerine kadar her konuya atlayan bir çocuk mutluluğu ile gidip geldim tersaneye. Bütçem 16.000 euro idi. Tekne bittiğinde 19.500 euro harcamıştım. İlk teknesine kavuşacak bir adam için, inanın kabul edilebilir bir farktı bu. Ve açıkçası çok umurumda da değildi, denizde olma heyecanı sarmıştı bir kere.
2.5 aylık bir çalışma sonrasında, gün geldi çattı ve tekneyi tecrübeli birisiyle beraber Pendik’teki bir çekek alanından denize indirdik. Motoru çalıştırdık- bilenler bilir- insana oooh dedirten çok sağlıklı ve güçlü bir ses geldi- ve Magnet emrimizi bekler bir halde kıpranmaya başladı. Çocuğum olmadığı için bilemem, ama herhalde çok farklı bir duygu olmasa gerek; gözümde mutluluktan yaş vardı. Yol vermemle beraber alet uçmaya başladı, 10-20 derken Büyükada yolunda hızımız 55 deniz miline ulaştı. Sakin, rüzgarın ve akıntının olmadığı nadir bir İstanbul gününde, tekne yer yer denizle temasını tamamen kesiyor, sonra sertçe suya konup uçmaya devam ediyordu. Eğer yanlış hatırlamıyorsam, Büyükada’ya Pendik’ten varmamız 4 veya 5 dakikamızı almıştı. Rüyada gibiydim!
O deneme sürecinden sonra, tecrübeli arkadaşımla bir daha çıkma fırsatım olmadı. Ondan sonrasında bekar bir adam olarak- aklımda kızları gezdirmek, boğazda hava turları yapmak, arkadaşlarımla her akşam bir yerlere bağlayıp ya da demir atıp balık yemek var. Tabi var da, hikayede eksik bıraktığım en önemli detay kısıma gelmedim- deniz ve denizcilik hakkında en ufak bilgim yoktu. Rüzgar yönlerini, temel düğümleri, yanaşma ve ayrılma usüllerini, çok basit motor tamirlerini bilmediğim gibi, denizcilik terimlerini bile duymamıştım. Pruva-pupa-alarga-aborda-vardavela-pasarella kelimeleri İtalyan Milli Takımından topçu ismi gibi geliyordu kulağıma. Her yanaştığım iskelede, alargada kal ya da şu tekneye bordala dediklerinde suratımdaki bön ifadenin fotoğrafını saklamak isterdim. Binbir güçlükle yaptığım yanaşmalarda, bana halat atarlar, arkayı bağla derlerdi. Orada attığım düğümler, denizciliğe kazandırdığım ve genellikle baklava paketlemekte pastanelerin kullandığı fiyonk bağlardı.